14 Mart 2009 Cumartesi

Darwin ve Üniversiteli .ruspular

Darwin üzerinden politika yapmak ve bir hasım yaratarak mutlu olmak bir kesim insanımız için vazgeçilmez bir tutku olsa gerek. Bilimsel düşünceyi anlayamamak alışkanlığı bu işin temeli. TÜBİTAK dergisinin başına gelen de bu alışkanlığın üzücü bir yansıması.

“Birilerinin” önünde diz çöken, yıllar sonra da “ben değiştim, geliştim” diyen zihniyetin kadrolaşması maalesef değişmemişliğin, gelişmemişliğinin örneklerini sunuyor bize. Hatta yaklaşık 200 yıllık bir geri kalmışlığın da kanıtı. Batı, Darwin’i 200 yıl önce sorgulamış, onunla bilimsel düzeyde barışmışken bizde bazıları hala…

Neyse…!

Darwin denince hafızamdan gün yüzüne çıkan bir anımı anlatmadan durabileceğimi sanmıyorum. Durmuyorum da zaten.

Sene 1995. Ankara Ü. Alman Dili ve Edebiyatı’nda üç sene öğrenim gördükten sonra (2. sınıf çift dikiş) aynı okulun Tiyatro Dramatik Yazarlık bölümüne geçiş yaptım yetenek sınavını kazanarak. Memnundum mutluydum… 2. sınıfa geçtim. Dediler “başka bölümden ders alın kredi sayınızı tamamlayın” hemen eski hocalarıma koştum ve edebiyat incelemeleri gibi bir derse başvurdum.

Dersin hocası biraz tuhaf bir adamdı. Bir Prof.’tu ama tuhaftı. Hamburg genelevlerini anlatırdı derslerinde havaya girdi mi? Ya da buna benzer eğlenceli anılar… Bir de o hocayı ben “1 saatlik devamsızlık sebebiyle beni sınıfta bırakışıyla” hatırlarım. Ders notum iyiydi ama okumak için birkaç iş’te çalıştığımdan dersi asmak zorunda kalıyordum… Bıraktı sınıfta vesselam ne dil döktüysem uzatmayayım.

İşte o hocanın dersine girecektim haftada bir kez. Edebiyat ve tiyatro metinleri incelenecekti almanca. Yararı olurdu bana diye düşünmüştüm.

Oldu da!

Prof. da olsa bir insanın akıl yapısının nasıl olabileceğini öğrendim. Ne rezaletler yapabileceğini.

Günler ilerledi. Her hafta derse girdim ve bir gün işlediğimiz eser 1860’lı yıllarda alman natüralist yazar Gerhard Hauptmann tarafından kaleme alınan “Einsame Menschen” (Yalnız İnsanlar) adlı oyun oldu.

Oyun çok sıkı bir tartışmayla başlıyordu “Darwin mi Tanrı mı?”.

Tartışma bir Rahip, muhafazakar Burjuva bir ailenin genç oğlu ve işadamı baba arasında geçiyordu. Rahip, olaya dini açıdan yaklaşırken Genç, kuşkucu davranarak sorgu yolunu seçiyor, İşadamı baba ise orta yolu bulmaya gayret ediyordu. Elbette tartışma bir yere bağlanamadı ancak oyun çok ilginç bir kurguyla sürdü.

Baş karakter Genç sorgusu sırasında eşini ve evliliğini de sorguladı. Geleneksel bir evlilikle Genç, ailenin istediği bir kızcağızla evlenmiş bir de çocuk sahibi olmuştu. Basit ve sıradan biri olan eşi kendisine yüklenilen anne ve ev kadını rolünü başarıyla oynarken Gence aradığını verememekte idi. Kadın, bu muydu, işlevi bu muydu? Genç bunu da sorguluyordu aklın üstünlüğüne inanırken.

Genç, üniversitede de okumaktaydı aynı zamanda. Ve bu öğrenimi sırasında, tüm bu sorgulamalar sırasında üniversitede okuyan genç bir kadınla tanıştı. Bu da Gencin aklını iyice karıştırdı.

Çok şükür yazar uyduruk bir aşk hikayesi yaratmamış oyunda. Bunun yerine bilimi, gelişimi, kadın haklarını, insan haklarını, gelenekleri sorgulamayı ele alan yazar oyunun sonunda Genci intihar ettirerek bir öneride bulunmak yerine izleyicinin yanıtı kendisinin bulmasını amaçlamıştı.

Rezalet demiştim ya. Buraya kadar bir şey yok. Şimdiden sonra…

Hocamız oyunu benim yukarıda özetlediğimden daha yüzeysel ele alarak basit bir “eşini aldatmaya meyleden adam” hikayesi olarak yorumladıktan sonra oyunun “ilk feminist oyunlardan” olduğunun altını çizdi üstüne basa basa büyük bir tezatla ve söylediklerini anlamadan duymuşluğunun ezberlemişliğiyle.

Ardından nedendir bilinmez aniden gaza geldi ve kızlara seslendi gür bir sesle: “Kızlar, size bir sorum var!”… Kızları tek tek sert bir yüz ifadesiyle süzdü… “Söyleyin bakalım, siz evinde kocasını bekleyen o namuslu kadın mısınız yoksa başkasının kocasını ayartan o üniversiteli .rospu mu?”

Kızlar bir saniye bile beklemeden yanıtladılar “biz kocasına sadık o kadınız!”

Hocamız “aferin!” dedi. Ben “oha…!”.

Ağzımdan kaçtı.

Benim yaşım o sıralar 25, 19’umda kurduğum tiyatro ekibimle Ankara’nın her yanında oyunlar sergiliyorum, bilmiyordum ve o gün öğrendim ama yırtık biriymişim. Kızların yaşı ise18-19. Prof… Kocaman adam. Adam derseniz.

Tepkim üzerine Hoca yağdı gürledi. Aşağıladı, hakaret etti, saydı sövdü…

Sonra nefes almak için sustu.

Ben de sazı elime aldım elbet fırsat bu fırsat diyerek ve “feminizmin ne olduğunu, üniversiteli kızlara sorduğu sorunun ne kadar salakça olduğunu, oyunun basit bir aşk hikayesinden öte bir içeriğe sahip olduğunu, sorgulayan aydının muhafazakar zihniyetle mücadelesini v.s.” anlattım da anlattım.

Hoca bir-iki hık mık dediyse de araya giremedi. Zaten onu konuşturmaya niyetim de yoktu. Sahne sesimle küçük sınıfta gürleyerek konuşuyordum. Ta ki sınıftakilerin şaşkın ve ürkek bakışlarını görünceye kadar. Hevesim kaçtı. Ancak o zaman sustum.

Hoca da beni sınıftan kovdu, çıktım.

Bir hafta sonra ayaklarım geri geri yürüyerek üç kat tırmandım. Sınıfın önünde toplanan benden küçük arkadaşların biraz uzağında durdum. Ne diyeceğimi hiç bilmiyordum. Derken bazı kız arkadaşlar geldi yanıma. “Ümit” dediler “geçen hafta yaptığın konuşma var ya çok ilginçti. Sen haklıydın.” Kalakaldım. “Adam bize resmen .rospu dedi. Terbiyesiz herif, bir de hoca olacak.”

Sonra bir sürü şey daha saydılar. Derse girdik. Hoca bana biraz gıcık giderken sınıftan tepkiler yağmaya başladı. Hemen her söylediği saçmalığa ve espriye laf sokuşturuldu…. O gün o derse son girişim oldu. Ama sınıfımı geçtim. Sayın Prof.’umuz derslere girmediğim halde, devamsızlık yaptığım halde sınavımı sayarak sınıf geçirdiydi beni.

O dersten beri ne zaman Hauptmann, feminizm, Darwin kavramlarını duysam aklıma hemen “üniversiteli .rospular” sorusu geliverir.

O Prof. muhtemelen emekli olmuştur artık. Hatta olmuştur umarım! Olmadıysa da bu yazıdan sonra atsınlar onu işten artık yeni gençleri kurtarmak için bir zahmet!

Darwin… Hey Allah’ım ne kulmuş bu seninki? Valla, evrim teorisi gerçek midir bilmiyorum. İnsan maymundan gelmiş midir onu da bilmiyorum. Ancak insan taklidi yapan Şebekler var mı ortalıkta …?

Bak onu biliyorum

“var”

!

13 Mart 2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder