27 Ağustos 2016 Cumartesi

İktidarın Sanatçısı Olmak Veya Yok Edilmek!

Çizgi Düşler Yayıncılık Le Storie adında bir diziye başladığında ne yalan söyleyeyim hayli karamsar bir havaya girmiştim. Yayın evinin ilk günlerinde ağırlık verdiği İtalyan çizgi romanları tercihinin bende hayal kırıklığı yaratacağından emindim. Yanılmışım. Le Storie ilk cildinden itibaren beni kendine bağlamayı başardı. 

Le Storie kimi zaman tarihi olaylara, kimi zaman tarihi kişilere, kimi zaman da olağanüstü kurgusal olayları konu alan ilginç bir çizgi roman dizisi. İlk olarak Ekim 2012 yılında okurla buluşan dizinin ilk hikayesi Fransız Devrimi sırası ve sonrasında geçen hayli etkileyici bir konuyu içeriyordu. "Devrim kendi çocuklarını yiyordu" o hikayede. Adı da "Cellat"tı. İkinci öyküyse "Samuray'ın Kurtuluşu" idi ki bugün basılan 8. cildin ilk hikayesi bununla bağlantılıdır. Bu arada hemen belirteyim özellikle bu iki sayıyı bir arada duyurmamın sebebi Çizgi Düşler'in bu dizideki hikayeleri ikişerli basmasıdır. Bugün 8. cilt basılırken biz serinin 16. kitabına ulaşmış oluyoruz. Bununla birlikte bu muhteşem dizinin Temmuz 2016 tarihli "Sihirbaz" adlı kitabı 46. sayıdır ki biz bu rakamdan hayli gerideyiz. Ama olsun, adım adım da yaklaşıyoruz, acelemiz yok.

Gelelim başlığa konu olan hikayeye. Hikayenin adı "Friedrich Caddesi" (Friedrichstrasse). Hikayenin yazarı Alessandro Bilotta, çizen Matteo Mosca.

Hikaye eski Doğu Almanya'da geçiyor. Yıkılmasından 10 yıl önceki Berlin duvarının doğusunda. İnsanların komünist olma iddiası taşıyan hayli faşist bir yönetimden kaçmak için can attıkları bir ülkede. Kısa adı Stas olan gizli haber alma teşkilatı ve herkesi potansiyel devlet düşmanı görerek dinlediği, insanları yakaladığı, işkenceye tabi tuttuğu, öldürdüğü bir ülke.

Berlin duvarının ortasında yer alan Friedrich Caddesiyle aynı adı taşıyan bir ajanın başından geçer olaylar. Friedrich, zamanında sisteme ne kadar bağlı olduğunu göstermek için Orwell'in 1984 romanındaki çocuğa benzer bir işe kalkışmış, kendi ailesini ihbar etmiştir. Sonra da ajan olmuştur:

"Verdiğin şey ne kadar büyükse kazanacağın güven de o kadar büyük olur."

Ev basar, insan tutuklar, isim alır, sonra onların evini basar, arar, vurur, öldürür ve bunların hepsini de inandığı sistem uğruna yapar, vicdanı asla rahatsız olmaz... Ta ki...


Ta ki bir gün Hitlersi badem bıyığıyla ortalıkta dolaşan amiri onu yanına çağırıp ünlü bir şarkıcıyı dinlemeye almasını emredene kadar. Bu şarkıcı Marlene Becker'dir ve tesadüf bu ya Friedrich'in iş sonrası eve gittiğinde dinleyerek rahatladığı sanatçıdır da aynı zamanda.


Friedrich eve dinleme cihazları yerleştirerek başka bir daireye taşınır ve kulaklıklarını takarak heyecanla beklemeye başlar. 


Marlene Becker dış kapının zilinin çaldığını duyarak yanıt verir. Kapıyı açar. Depresif bir ruh halindedir. Gelen menejeridir. Yakında vereceği bir konseri hatırlatır menejer. 


Marlene - Eğer bunu parti için yapacaksam yapmamayı tercih ederim...

Menejer - Bunu duymazdan geleceğim. Eğer biri dediklerini işitse ikimizin de canına okurlar!...
Marlene - Bana Okutmayı istedikleri bir marşın sürgüne gönderilmiş bir şair tarafından yazıldığını biliyor muydun? Baskıya karşı bir metin.. ... Marlene Dietrich ile aybı adı taşıyorum ama o Hitler'i bile reddetti!... Taşıdığım isme bile layık değilim. Hem de hiç değilim.

Menejerin korktuğu gibi olmuş birisi, bir Stas ajanı, Friedrich bütün bu konuşmayı duymuştu. Ne olacaktı şimdi? Friedrich ne yapacaktı? Ne Yapmalıydı?


Friedrich susar. Ama konser günü Marlene sahneye çıkmadan kulisten sıvışıverir. Bu da bir anlamda idam fermanını imzalamaktır. Stas peşine düşse de onu ilk Friedrich bularak yardımcı olur. Sonra... Sonrasını anlatamıyorum. Sonuçta faşist Partinin şarkılarını seslendirmeyen sanatçının tüm konserleri iptal edilir. Ve daha bazı gelişmeler olur, sürpriz bir son olur... Okuma keyfinizi kaçırmamak için anlatamıyorum. Ama sadece şunu eklemek istiyorum: İyi ki Hitler tarzı badem bıyıklı adamların hüküm sürdüğü Parti teşkilatlarının sanatçıların konserlerini iptal etmedikleri, sürgüne gönderilmiş şairlerin şiirlerinin sahiplenilmediği demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Okuyun, keyif alın.

Bu arada merak edenler olabilir, Marlene Becker karakterinin hikayede kendi başına söylediği marşı buradan dinleyebilirsiniz:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder