31 Ekim 2016 Pazartesi

Gazeteyi Basan ve Gazeteci Döven Solucan

Gün gelir basın birilerinin dostu, gün gelir hasmı olur. Bunu zaten magazin basınından biliyoruz. Ünlü kişi işine geldi mi haberini yapsınlar, onu daha meşhur kılsınlar diye basını göklere çıkarır, önemli ve özel (!) bir yerine dokundular mı ağzına geleni söyler. İkiyüzlülük galiba bu haberci-haberi yapılan ilişkisinin fıtratında var. İşte gazete basan ve gazeteci döven Solucan da tam bu ilişkinin merkezinde yer alıyor.

Astro City adlı çizgi roman basıldığında eminim Türk okurlarının büyük bir kısmı ondan haberdar olmamıştır. Oysa ben ilk hikayede yer alan Samaritan adlı kahramanın öyküsünü okuma şansını yakaladığımda aklımın yerinden oynadığını hissetmiştim. Hikayede bir adam göklerde özgürce çırılçıplak, uçtuğunu görüyordu rüyasında. Sonra saatin alarmı çalınca adam uyanıyor, kalkıp kostümünü giyiyor, pencereden dışarı uçarak defalarca dünyayı kurtarıyordu. Akşam olduğundaysa yatak odasına dönüyor, soyunuyor, yatağına giriyor ve yine özgürce, çırılçıplak uçtuğunun rüyasını görüyordu.

Kurt Busiek’in kaleme aldığı Astro City hikayelerinde süper kahraman mitolojisine insanca bir pencere açıldığına tanık oldum. Yaşlı, emekli, genç ve zıpır, aşk arayan kadın, beyaz palyaço makyajı altındaki siyahi karakter, sıradan halkın günlük yaşantısı içinde yer alan kahramanlara ve mücadelelerine tanık oluşları hep insanca açılardan ele alınmışlardı. Yine uçuyor, ışın atıyor, farklı tiplere dönüşüyor, kostüm giyiyor, fantastik teknolojiler kullanıyordu kişiler ama kahramanların hep hassas noktalarına dokunuluyordu okuyucuyu da içine alan.

İşte bu dizi ilk kez 1995 yılında Image Comics logosuyla ortaya çıkmış. Astro City benim en sevdiğim hikayelere ev sahipliği yaptığında Homage Comics logosunu taşıyordu. Şimdilerde Vertigo yayınlarınca sürüyorsa da bir süreliğine Wildstorm dizisi de olmuş.

Kahramanların insansı yanlarına dokunan bu dizi kendine özgü bir mizahı barındırmakla birlikte doğrudan olamamakla birlikte alışılmış ve kalıplamış süper kahraman ekolünün inceden inceye eleştirisini de yapıyor gibidir. Superman’e benzeyen Samaritan, Joker’le Batman karışımı olan palyaço görünümlü gizemli siyahi kahraman Jack in the Box, Wonder Woman havasındaki Winged Victory, Fantastic Four izdüşümü olan The First Family ve diğerleri.

Diyorum ya, insansı yanlar… Elbette bu hikayelerde sadece kahramanların insanca yanları ele alınmıyor. Kötü adamların da insansı yanları ele alınıyor.
Bunların içinde en çok eğlendiğim tip yaşlı bir adam olmuştur örneğin. Basit bir apartman dairesinde yaşayan adam o civarda dolanan bir süper kahramanın zıpırlığına katlanamıyordu… Bu arada adam uzaylıydı ve kılık değiştirmişti, ırkı da dünyaya saldırı için hazır bekliyordu. Okunması gereken bir hikayedir.

Solucan…

Glowworm, hani şu gazete basan ve gazeteci döven yaratığa gelirsek onun olayı çok ilginç. Kendisi alt bedeni solucan, üst bedeni insansı görünüme sahip, yeşil ışık saçan irice bir tiptir. Parlaklığını sağlayan enerjiyi düşmanını yakmak üzere yönlendirebilme becerisine sahiptir. Ve kendisi The Unholy (Dinen Kutsal Olmayan) Alliance grubunun bir üyesidir. Hırsızdır, kabadayıdır, gücünü hunharca kullanmaktadır.

Astro City’nin vol 1 4. sayısında ilk kez görünen yaratık daha sonra 2000 yılı Martında Homeage logosu altındaki 21. sayıda ortaya çıkmış ve bir gazeteciye saldırmıştır.
Kurt Busiek’in yazdığı, Brent E. Anderson’un çizdiği sayı çizgi roman içinde çizgi romanla başlıyor. Kurt gazeteci Monkton kahramanları konu alan bir dizi çizgi roman hazırlatmaktadır ve meslektaşına bu sayfalarını gösterdiği çizgi romanda kötü adam Glowworm koyu yeşil olarak renklendirilmiştir.


Bu renk farklılığı başına iş açacaktır. 

Glowworm, işin kurdu olmuş gazetecilerin konuşma yaptığı çizgi roman fuarındaki paneli basarak Monkton’u evire çevire döver. İşin ilginç tarafı yaratığa dönüşmeden önce siyahi olduğunu ve onun yer aldığı çizgi romanda beyaz olmakla ve ırkçı olmakla itham edildiği için kızdığını ifade eder. Annesinin o çizgi romanı okuyunca nasıl üzüleceğinden dem vurur. Tabii Monkton ona “Hırsızlıklarını duyunca üzülmüyor mu yani annen?” diye sorar. Bu da yiyeceği dayağı arttırır.

Bu arada ahlaklıdır da yaratık “Çocuklara yalanlar anlatan” kişi olmakla itham eder Monkton’u döverken. Sonra da, dayak işi bitince döner arkasını ve “Şimdi gidip o çizerle yazarı bulup halletmeliyim” der o ayrı.

Solucan sahneden çekilir.

Hikayenin devamında gazeteci Monkton’un hastanede hala gülümsediğini görürüz alçılar içindeyken. Pes etmemiştir. Ama bu ertesi gün bütün gazete binasının başka bir boyuta ışınlanmasını da engelleyemeyecektir. Belli ki birilerini hayliden fazla kızdırmıştır haberleriyle…


Astro City ülkemizde basılsa okur bulur mu bilmiyorum. Ancak ben alıcısı ve takipçisi  olacağımdan eminim. Bir bakıyorsunuz bir hikayede çok önemli bir gazete haberinin üstü örtülüyor, bir bakıyorsunuz bir başka hikayede gazeteci dövülüyor. Bir bakıyorsunuz bir Solucan kendini fasulyeden nimetten sayıyor.

Bulursanız okuyun: Astro City by Kurt Busiek


Not - Kapakların hepsi hayran olunası Alex  Ross

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder