Gün gelir basın birilerinin dostu, gün gelir hasmı olur.
Bunu zaten magazin basınından biliyoruz. Ünlü kişi işine geldi mi haberini
yapsınlar, onu daha meşhur kılsınlar diye basını göklere çıkarır, önemli ve
özel (!) bir yerine dokundular mı ağzına geleni söyler. İkiyüzlülük galiba bu
haberci-haberi yapılan ilişkisinin fıtratında var. İşte gazete basan ve
gazeteci döven Solucan da tam bu ilişkinin merkezinde yer alıyor.
Astro City adlı çizgi roman basıldığında eminim Türk
okurlarının büyük bir kısmı ondan haberdar olmamıştır. Oysa ben ilk hikayede
yer alan Samaritan adlı kahramanın öyküsünü okuma şansını yakaladığımda aklımın
yerinden oynadığını hissetmiştim. Hikayede bir adam göklerde özgürce çırılçıplak,
uçtuğunu görüyordu rüyasında. Sonra saatin alarmı çalınca adam uyanıyor, kalkıp
kostümünü giyiyor, pencereden dışarı uçarak defalarca dünyayı kurtarıyordu.
Akşam olduğundaysa yatak odasına dönüyor, soyunuyor, yatağına giriyor ve yine
özgürce, çırılçıplak uçtuğunun rüyasını görüyordu.
Kurt Busiek’in kaleme aldığı Astro City hikayelerinde süper
kahraman mitolojisine insanca bir pencere açıldığına tanık oldum. Yaşlı,
emekli, genç ve zıpır, aşk arayan kadın, beyaz palyaço makyajı altındaki siyahi
karakter, sıradan halkın günlük yaşantısı içinde yer alan kahramanlara ve
mücadelelerine tanık oluşları hep insanca açılardan ele alınmışlardı. Yine
uçuyor, ışın atıyor, farklı tiplere dönüşüyor, kostüm giyiyor, fantastik
teknolojiler kullanıyordu kişiler ama kahramanların hep hassas noktalarına
dokunuluyordu okuyucuyu da içine alan.
İşte bu dizi ilk kez 1995 yılında Image Comics logosuyla
ortaya çıkmış. Astro City benim en sevdiğim hikayelere ev sahipliği yaptığında
Homage Comics logosunu taşıyordu. Şimdilerde Vertigo yayınlarınca sürüyorsa da
bir süreliğine Wildstorm dizisi de olmuş.
Kahramanların insansı yanlarına dokunan bu dizi kendine
özgü bir mizahı barındırmakla birlikte doğrudan olamamakla birlikte alışılmış
ve kalıplamış süper kahraman ekolünün inceden inceye eleştirisini de yapıyor
gibidir. Superman’e benzeyen Samaritan, Joker’le Batman karışımı olan palyaço
görünümlü gizemli siyahi kahraman Jack in the Box, Wonder Woman havasındaki
Winged Victory, Fantastic Four izdüşümü olan The First Family ve diğerleri.
Diyorum ya, insansı yanlar… Elbette bu hikayelerde sadece
kahramanların insanca yanları ele alınmıyor. Kötü adamların da insansı yanları
ele alınıyor.
Bunların içinde en çok eğlendiğim tip yaşlı bir adam
olmuştur örneğin. Basit bir apartman dairesinde yaşayan adam o civarda dolanan
bir süper kahramanın zıpırlığına katlanamıyordu… Bu arada adam uzaylıydı ve
kılık değiştirmişti, ırkı da dünyaya saldırı için hazır bekliyordu. Okunması
gereken bir hikayedir.
Solucan…
Glowworm, hani şu gazete basan ve gazeteci döven yaratığa
gelirsek onun olayı çok ilginç. Kendisi alt bedeni solucan, üst bedeni insansı
görünüme sahip, yeşil ışık saçan irice bir tiptir. Parlaklığını sağlayan
enerjiyi düşmanını yakmak üzere yönlendirebilme becerisine sahiptir. Ve kendisi
The Unholy (Dinen Kutsal Olmayan) Alliance grubunun bir üyesidir. Hırsızdır,
kabadayıdır, gücünü hunharca kullanmaktadır.
Astro City’nin vol 1 4. sayısında ilk kez görünen yaratık
daha sonra 2000 yılı Martında Homeage logosu altındaki 21. sayıda ortaya çıkmış
ve bir gazeteciye saldırmıştır.
Kurt Busiek’in yazdığı, Brent E. Anderson’un çizdiği sayı
çizgi roman içinde çizgi romanla başlıyor. Kurt gazeteci Monkton kahramanları
konu alan bir dizi çizgi roman hazırlatmaktadır ve meslektaşına bu sayfalarını
gösterdiği çizgi romanda kötü adam Glowworm koyu yeşil olarak
renklendirilmiştir.
Bu renk farklılığı başına iş açacaktır.
Glowworm, işin kurdu olmuş gazetecilerin konuşma yaptığı
çizgi roman fuarındaki paneli basarak Monkton’u evire çevire döver. İşin ilginç
tarafı yaratığa dönüşmeden önce siyahi olduğunu ve onun yer aldığı çizgi
romanda beyaz olmakla ve ırkçı olmakla itham edildiği için kızdığını ifade
eder. Annesinin o çizgi romanı okuyunca nasıl üzüleceğinden dem vurur. Tabii
Monkton ona “Hırsızlıklarını duyunca üzülmüyor mu yani annen?” diye sorar. Bu
da yiyeceği dayağı arttırır.
Bu arada ahlaklıdır da yaratık “Çocuklara yalanlar anlatan”
kişi olmakla itham eder Monkton’u döverken. Sonra da, dayak işi bitince döner
arkasını ve “Şimdi gidip o çizerle yazarı bulup halletmeliyim” der o ayrı.
Solucan sahneden çekilir.
Hikayenin devamında gazeteci Monkton’un hastanede hala
gülümsediğini görürüz alçılar içindeyken. Pes etmemiştir. Ama bu ertesi gün
bütün gazete binasının başka bir boyuta ışınlanmasını da engelleyemeyecektir. Belli
ki birilerini hayliden fazla kızdırmıştır haberleriyle…
…
Astro City ülkemizde basılsa okur bulur mu bilmiyorum.
Ancak ben alıcısı ve takipçisi
olacağımdan eminim. Bir bakıyorsunuz bir hikayede çok önemli bir gazete
haberinin üstü örtülüyor, bir bakıyorsunuz bir başka hikayede gazeteci
dövülüyor. Bir bakıyorsunuz bir Solucan kendini fasulyeden nimetten sayıyor.
Bulursanız okuyun: Astro City by Kurt Busiek
Not - Kapakların hepsi hayran olunası Alex Ross
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder